top of page

Derviş Yunus’un Edebiyatında Din Olgusu

Derviş Yunus (ö. 1320/1) ile Âşık Yunus (ö. 1439) sıklıkla birbirlerine karıştırılan şairlerdir. Âşık Yunus, 15. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Hüdavendigâr eyaletinde -şimdiki Bursa şehrinde- yaşamış olan bir şairken; Derviş Yunus, Tapduk Emre’nin dergâhında 13. ve 14. yüzyıllarda dervişlik yapmış bir şairdir. Çoğu kez ikisinin şiirleri tek bir Yunus’a atfedilir ancak verdikleri eserler incelendiğinde ikisinin arasındaki üslup farkı net bir şekilde görülmektedir. Âşık Yunus’un şiirleri daha çok ilahi olarak bestelenmiştir; Derviş Yunus’un şiirleri ise içerdiği felsefeyi, öğretiyi ve edebiyattaki din olgusunu Anadolu tarafıyla açıklamak konusunda çok önemli bir yere sahiptir (Tatcı, 2016). Tasavvufun insanlar üzerindeki etkisini, Derviş Yunus’un şiirlerinde açıkça görebiliriz. Din ve edebiyat ilişkisini yoğun içeriğiyle kavrayabildiğimiz bu şiirlerde Derviş Yunus’un gönül deryasındakileri edebiyat ile nasıl harmanlayıp önümüze sunduğunu ve tasavvuf edebiyatının önemli seslerini bizlere nasıl ulaştırdığını kuvvetli bir Türkçe kullanımı ile görmekteyiz.


Derviş Yunus Emre’nin hayatı hakkında ulaşılabilen bilgiler sınırlı olsa da kendisini kibirden kurtarmak amacıyla Tapduk Emre’nin dergâhına gittiği, orada edebî ve tasavvufi macerasının başladığı bilinmektedir. Şiirlerinden anladığımız kadarıyla Mevlâna Celâleddin Rumî (ö. 1273), Hacı Bektaş-i Velî (1210-1271), Ahi Evran-ı Velî (ö. 1261), Ahmet Fakih (ö. 1221/52) gibi tarihe iz bırakmış kişilerle aynı dönemde yaşamıştır. Medreselerde eğitim gördüğü ve kadı/müftü olarak çalıştığı bilgisi de yeni araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır. Bunun ardından gönül gözünü açmak ve içindeki arayışı nihayete erdirmek için dönemin bilinen mutasavvıflarından Hacı Bektaş-i Veli’ye bağlı Tapduk Emre’ye biat etmek istemiştir (Tatcı, 2016). Gördüğü bütün ilmini bir kenara bıraktığını şu dizelerle bizlere anlatmaktadır:


İlm ile hikmet ile kimse eremez bu sırra

Bu bir acaib sırdır ilme kitaba sığmaz (Tatcı, 2016, s.28)

Bahsettiği bu sırrı bulmak adına aylarca dergâha kabul edilmek için Tapduk Emre’nin emirlerini yerine getiren, dergâha odun taşımak gibi ayak işlerine koşturan Yunus Emre, en sonunda kibrini yendiği düşünülerek içeri alınır. Dergâhtaki zikir halkalarına katılan Yunus Emre farklı günlerde bu halkaların ortasına geçer ve şiirlerini söylemeye başlar. Bizlere inancın ve ahlakın mantığını açıkladığı eserlerinden biri ona atfedilen şu şiirdir:


Ah nice bir uyursun uyanmaz mısın?

Göçtü kervan kaldık dağlar başında.

Çağrışır tellallar inanmaz mısın?

Göçtü kervan, kaldık dağlar başında

Emir Hac göçeli hayli zamandır

Muhammed cümleye dindir, imandır

Delilsiz gidilmez, yollar yamandır,

Göçtü kervan, kaldık dağlar başında[1] (Tatcı, 2016, s. 335)

Söylediği dizelerin konusu olan kervanın en başta hayat yolculuğu olduğu düşünülebilir ancak Türk tasavvuf edebiyatında, bahsedilen kervan Kur’an’da belirtilen Sırât-ı Müstakîm üzerinde olan kişilerin bulunduğu bir kafileye sahiptir. Sırât-ı Müstakîm “dosdoğru yol” anlamına gelmektedir. Bu yoldakiler yalan söylemez, insanları incitmez ve sonsuz inanç sahibidirler. Yunus Emre bu şiirinde kendisi üzerinden insanları uyarıp onların bu kervanı kaçırdıklarını ve yapayalnız bir hâlde, yaman olarak nitelendirilen dağlarda kaldıklarından bahseder. Bu uyarış insanların Sırât-ı Müstakim yolu üzerindeki kervan yerine yanlış yollarda ilerleyen kervanlara gitmesini engellemek içindir. Gerçek inancın temelinin aşk ile olacağını savunan Yunus Emre, bu kervanın “aşk kervanı” olduğunu başka eserlerinde birçok kez belirtmiştir. Tasavvuf edebiyatının bu güzel eserini bizlere ulaştıran Yunus Emre, buna benzer eserleri aracılığıyla yıkılmakta olan Selçuklu Devleti’nin halkına, özellikle Anadolu’da yaşayan insanlara mistik bir güçle seslenmiştir. Bu mistik çağrının hâlâ devam ettiğine inanan insanlar Yunus’un dizelerinde gerçek aşkı ve dinî inancı aramaktadır. Bu şiir bizlere “din” kavramının edebiyatta derin bir şekilde işlendiğini, yüzeysel olarak ele alınmayacak anlamlar içerdiğini göstermektedir.

Yunus Emre’nin ortaya çıktığı dönemde Anadolu’da Moğol istilası yüzünden meydana gelen kaos, insanları mana bakımından çözülüş sürecine itmişti. Bu çözülüş insanlarda anlam kayıplarına yol açmış, onları bir boşluğa sürüklemişti. İnsanlar kaosun içindeki çözülüş ile hayatın anlamını, ardından var oluşun anlamını ve son olarak tanrının anlamını, yani dinin anlamını kaybetmişlerdi. Mezhep çatışmalarının had safhalara çıktığı, dinin bile ayrışmaya sebep olduğu bu dönemde Yunus; birliğin ancak aşk ve sevgi ile olacağını ve bunun da dinin temeli olduğunu edebiyat aracılığıyla insanlara aktarmıştır. Yunus’un bu konuda yazmış olduğu şu dizeler dikkat çekmektedir:

Ey âşıkan ey âşıkan aşk mezhebi dîndir bana Gördü gözüm dost yüzünü yas kamu düğündür bana

Ayruk bize yas eylemez gönlümüzü pas eylemez Hakk'dan gelen görklü âvâz andan gelen ündür bana (Emre, 2013, ss. 129-132)


Derviş Yunus’un bu şiirinde dönemindeki en tehlikeli konulardan biri olan “mezhepler” tartışmasına o zamanki fikirlere göre olağan dışı bir tavırla yaklaştığı görülmektedir. Kendisinin aşk mezhebinden olduğunu belirtmesi, bununla beraber Allah’a yönelmesinin kendisini ümitsizlik ve üzüntüden kurtardığını söylemesi okurlarına verdiği dikkate değer bir mesaj niteliğindedir. Parçalanmaya başlayan toplumun, hayatlarını düzenleyen din olgusunu yanlış temellendirmesine karşı durmaktadır. Bu yönden Yunus Emre’nin birleştirici bir gücün sembolü olduğu söylenebilir.


Kuralların aşk ve ahlak temeli üzerine inşa edilmesi Derviş Yunus Emre’nin en önemli öğretisidir. Yunus Emre, bütün varlıklara ve olaylara insanın içinde barındırdığı Allah aşkı ile yaklaşılması gerektiğini söylemiştir. Bahis konusu olan aşk, bugünkü anlamının ötesinde her konuya incelikle ve sebepler çerçevesinde yaklaşmaktır. Aşık dışarıdan görünenle ilgilenmez, insanların kalbindekilere göre davranır çünkü tasavvufta olayların tek bir sebebi veyahut tek bir sonucu yoktur. Her olaya, her kişiye farklı sebepleri göz önünde bulundurarak yaklaşmak ve sonuçların farklı noktalarda oluşabileceğini bilmek aşk ile yaşamaktır. Tasavvuf olayların görünen (zahirî) yüzünün ardında bir içyüzü, görünmeyen (bâtınî) yüzü olduğu inancını savunur; kişinin bu içyüzü bilmeden aşk ile yaşayamayacağını söyler. Aşık, kişilere ve olaylara görünen tarafıyla değil görünmeyen tarafıyla yaklaşır. Bahsettiğimiz aşkı tanımlayan Derviş Yunus, konu hakkında şunları söylemiştir:

İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer

Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer (Tatcı, 2014, s. 212)

İslam dininde yıllardır yaşanan fıkıh ve ahlak tartışmalarında kendi yerini belirten bu öğreti, gerçek dinin korkuyla değil şefkatle yaşanabileceğini savunmaktadır. Yunus Emre, aşk olmadan ne yapılırsa yapılsın sonunun iyilikle bitmeyeceğini, gönüllerin huzura varmayacağını şiirleriyle bizlere anlatır:

Yunus Emre der hoca

Gerekse var bin hacca

Hepisinden iyice

Bir gönüle girmektir (Tatcı, 2016, s. 144)

*

Bir gez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil (Tatcı, 2016, s. 180)

“İlim ilim bilmektir” olarak başlayan Yunus Emre’nin en meşhur şiirinin bu son kıtası ile bir diğer şiirin dizelerindeki vurgu çok ilgi çekicidir. Derviş Yunus, bir gönüle girmeyi İslam dininin beş temel şartlarından olan namaz ve hac ibadetinden önde tutmuştur. Fıkıh tarafından, yani kuralcı bir yaklaşımla değerlendirildiğinde bu tamamıyla yanlış ve tehlikeli bir söylemdir. Öte yandan konuyu ahlaki yönüyle, yani insani tarafından ele alacak olursak bu söylemi haklı buluruz. Bu konuyu tasavvuf ile açıklayabildiğimiz gibi Yunus Emre’nin öğretisinden hareketle, insanları inciten ve onlara kötü davranan kişilerin ne kadar dindar oldukları fark etmeksizin dinin asıl temeline dikkat etmediklerini söyleyebiliriz. Bu temel sevgidir. Yunus Emre her zaman her işin sevgiyle ve aşkla yapılması gerektiğini söylemiştir. Bu konuda temel aldığı düşünce Hz. Muhammed’in şu hadisiyle paralellik göstermektedir: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” (Özafşar vd., 2019, s. 355). Ehl-i Sünnet anlayışına sahip Yunus Emre her eseriyle birbirimizi sevmeyi, insana ne olursa olsun değer vermemiz gerektiğini söylemektedir. Sonuç olarak Yunus Emre dinin temellerini inkâr etmeden dini aşk ile yaşamanın rehberini bizlere edebiyat aracılığıyla göstermektedir.

İnsani yönüyle öne çıkan birçok eserinde Yunus, öz Türkçe dinî kavramlara yer vermektedir. Bunlar “Çalap” yani “Tanrı”, “Uçmak” yani “Cennet”, “Tamu” yani “Cehennem” kavramlarıdır. İnsanların Anadolu’da yıllarca bu kavramlar ile dini öğrenmelerine karşın günümüzde bu kavramlar neredeyse hiç kullanılmamaktadır. Öz Türkçede bulunan bu kavramlar Yunus Emre tarafından eserlerinde sıkça kullanılmakta ve Türk diliyle de dinden, dine dair olandan bahsedilebileceğini göstermektedir. Dil farklı ve yabancı olur ise insanın uzaklaşmasının kolaylaşacağı çünkü dinin, dil ile inanç meselesine aktarıldığı söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, Yunus Emre’nin bu kullanımı seçmesinin ana sebebinin insanlara dini, bebekliklerinden beri duydukları dille açıklayarak gönüllere yaklaşmak istemesi olduğu söylenebilir.

Tasavvuf edebiyatının metinleşip bir araya toplanmasında Yunus Emre’nin söylediği şiirlerin Tapduk Emre’nin dergâhındaki dervişler tarafından yazıya geçirilmesi önemli bir gelişmedir. “Şiir yazılmaz, söylenir” şeklinde sözlü geleneğe atıf yapılan, eskilerden kalma bir söz bulunmaktadır. Yunus Emre bu sözün vücut bulmuş hâlidir. Dergâhta yapılan zikirlerde anlık olarak ortaya çıkan bu eserler Yunus Emre tarafından yazılmaz, söylenir. Bu durumun din ve inanç ile ilişkisini, tasavvuf geleneğinde önemli bir yeri olan kibri ve benliği yok etmek, aşağıya almak öğretileri ile açıklamak mümkündür. Kibrin ve benliğin yok edilmesi ise dinî bir öğreti ile sağlanır. Bu öğretiyi özümseyen dervişler, dergâhlarda uzun bir eğitimden geçtikten sonra öğrendiklerini nasıl hayatlarının bir parçası hâline getirebileceklerini kavrarlar. Başka bir deyişle “aşk ile yanarlar”. Bu durum onların mistik bir hâle bürünmesine ve “Söyle Yunus!” dendiğinde dizelerin Yunus Emre’nin dilinden bir anda dökülmesine yol açar. Gerçekleşen bu olay, dinin temelinde yer alan inanç ve teslimiyet ile açıklanabilir. Yunus Emre kendi eserlerinde her zaman bu teslimiyeti ve inancı ön planda tutmaktadır. Bu sayede insanı merkeze aldığı güçlü teolojik eserler ortaya koyabilmiştir.

Bunun yanı sıra Yunus Emre’nin Anadolu’da yaşamını sürdüren insanların üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu görülür. Yunus’un din anlayışının birer yansıması olan şiirlerini Anadolu’nun her köşesinde duymak mümkündür. Bu etki o kadar büyüktür ki Yunus Emre sevgisi, literatür açısından Yunus’un şiirlerinin karıştırılmasına sebebiyet vermekte; farklı şairlere ait, yapısal anlamda Yunus Emre’nin tarzına benzeyen şiirler Yunus’a atfedilmektedir. Bu durum bizlere Yunus Emre’nin ve eserlerinin yazın dünyasında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu gösterir. Öte yandan ona ait olup olmadığını bilmediğimiz birçok şiirin ona atfedilmesi, hakkında fazla bilgiye ulaşamadığımız Yunus Emre’nin hayatının ve eserlerinin araştırılmasını daha da zor hâle getirmektedir.


Yunus Emre’nin bir diğer ilgi çekici yönü ise eserlerinde kullandığı üsluptur. Şiirleri incelendiğinde, kullandığı kelimeleri özenle seçtiği hemen göze çarpar. Şiirleri, kelime kullanımı açısından Farsça ve Arapçadan beslense de Yunus Emre öz Türkçe kelimelerden asla vazgeçmemektedir. Birçok öz Türkçe kelimenin bugüne gelmesinde Yunus Emre’nin kelime seçiminde gösterdiği çabanın büyük bir etken olduğu söylenebilir. Dili kullanım şekli; dönemin Türk edebiyatında yeni yeni yer edinen Fars etkisini, destan dönemi Türk edebiyatıyla harmanlamakta ve mütemadi bir uyum yakalayarak bize sunmaktadır. Neredeyse her şiiri hem aruz ölçüsüne hem hece ölçüsüne uyum gösteren Yunus Emre’nin şiirlerini okurken dizelerin ahengine kapılmamak elde değildir. Şiirlerindeki müzikalite, Yunus Emre’nin dil üzerindeki ustalığını bir kez daha ortaya koymaktadır.

Yunus Emre’den sonra gelen birçok şair edebî anlamda kendisinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu şairlerin başında Niyaz-i Mısrî (ö. 1694) gelmektedir. Mısrî’nin divanına bir göz attığınızda sanki Yunus Emre’nin eserlerini aynı anlamla ancak farklı bir ses ile okuyormuş gibi hissedersiniz. Bu konu hakkında Niyaz-i Mısrî şöyle demektedir: “Niyazi’nin dilinden Yunus durur söyleyen!” (Tatcı, 2016, s. 9). Yunus Emre’nin eserlerinin bundan yüzyıllar önce yarattığı etkinin yanı sıra Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatçılarını da, dil kullanımı açısından çok fazla olmasa dahi, özellikle şiirlerini saran “mana” açısından etkilediğini söylemek mümkündür. Bu duruma örnek olarak Cemal Süreya “Yunus ki Sütdişleriyle Türkçenin”de şöyle der:


Yunus ki sütdişleriyle Türkçenin

Ne güzel biçmişti gök ekinini,

Düşman müşman girmeden araya

Dolanıp bütün yukarı illeri

Toz duman içinde yollar boyunca

Canından sızdırmıştı şiiri (Süreya, 1984/2018, s.95)

Yunus Emre’nin şiirleri, sevgiyi ve hoşgörüyü temel alan tasavvufî öğretileriyle birlikte, uzun yıllar boyunca Anadolu insanının dilinden düşmemiştir. Bu durumda eserlerinin yazıya geçirilip korunmuş olması büyük önem taşır. Öte yandan Anadolu’da bahsedilen “Ehl-i Sünnet” anlayışını şairane bir şekilde anlatan sanatkâr kişilerden olması ve sevgi gibi evrensel bir temayı insan, tanrı ve inanç merkezli öğretilerinin temeline koyması, onun öğretilerinden etkilenen şiirlerin bile Yunus’a atfedilmesine yol açmıştır. Böylece Yunus Emre etkisi hiçbir zaman Anadolu’dan kaybolmamış, her zaman bu diyarların her köşesinde dizeleri okunmaya devam etmiştir. Bundan dolayıdır ki Derviş Yunus bir kişi değil, yüzlerce kişidir. Yunus Emre’ye atfedilen bazı şiirler ona ait olmasa bile onun iç dünyasından esinlendiği için bu dünyadan bir parça taşır. Yunus Emre, Türk edebiyatı için hâlâ keşfedilmeye açık önemli şairlerdendir. Şiirleri nesiller boyunca okunmaya ve incelenmeye değerdir. Din ve edebiyat ilişkisinin Anadolu yanı Derviş Yunus’un dizelerinde her yönüyle yaşamaya devam etmekte, meraklıları tarafından keşfedilmeyi beklemektedir.

KAYNAKÇA

Emre, M. E. (2013). Yunus Emre Dîvânı ve Şerhi: Tanrı’nın Nefesi. Gelenek Yayıncılık.


Emre, M. E. (2014). Niyâz-î Mısrî Dîvânı ve Şerhi: Tanrı Erinin Sırları. Gelenek Yayıncılık.


Köprülü, M. F. (1976). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.


Özafşar, M. E., Ünal, İ. H., Ünal, Y., Erul, B., Martı, H. ve Demir, M. (2019). Hadislerle İslam 4. Diyanet İşleri Başkanlığı.


Süreya, C. (2018). Sevda Sözleri. Yapı Kredi Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi 1984).


Tatcı, M. (2013). Yunus Emre. TDV İslam Ansiklopedisi, içinde (Cilt 43, ss. 600-606). Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. https://islamansiklopedisi.org.tr/yunus-emre


Tatcı, M. (2014). Yunus Emre Yorumları: İşitin Ey Yarenler. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkent Ajansı.


Tatcı, M. (Der.). (2016). Yunus Emre Dîvân. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.

 

[1] Şiir hem Âşık Yunus’a hem Derviş Yunus’a atfedilmektedir. Kime ait olduğu kesin olarak bilinmese de konuyu detaylı bir şekilde açıklaması için örnek olarak verilmiştir.

Son Yazılar

Hepsini Gör
KÜMÜLATİF

Sümerliler tapınaklarını yedi katlı inşa ederlerdi. Bunu bir cuma günü Hasan’dan öğrendim. “Gerçekten herkesin okuması gereken bir...

 
 
 

Comments


Öne Çıkanlar
Son Yüklenenler
Bizi Takip Edin
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • Instagram Social Icon
bottom of page