Şinasi ve Ziya Paşa’nın “Modernlik” Temsiliyle Kurduğu İlişki Üzerine
- Arif Can Topçuoğlu
- 19 Haz 2020
- 6 dakikada okunur
Timothy Mitchell, “The Stage of Modernity” başlıklı makalesine modernlik olgusu üzerine tartışılan iki duruma dikkat çekerek başlar. Bunlardan ilki modernliğin hâlihazırda yaşanmış ve bitmiş olan tarihi bir aşama olduğu yönündeki algı; diğeri ise, modernliğin mekânsal olarak konumlandırılışıdır. Mitchell, makalesine modernliğin Batı odaklı konumlandırılışını sorunsallaştırarak devam eder. Batı’nın mekânsal olarak modernliğin merkezi haline gelmesi, haliyle modernleşmenin Batılılaşmakla bir tutulmasını da beraberinde getirir. Bu hâkim söyleme göre “Batı” modern, “Batılı olmayan” ise modern olmayan/ilkel anlamına gelir. Batı odaklı modernlik anlatısı oluşturulurken Batı’nın çevresinde olan tüm gelişmeler ya göz ardı edilir ya da hâkim söylemin oluşturduğu homojen tarih anlatısı içerisinde eritilir. Batı’da modernliğin başlangıcı olarak gösterilen birçok olay aslında çevrede çoktan yaşanmıştır. Mitchell, buna örnek olarak endüstrideki modern yöntemlerin ilk olarak Manchester’da tekstilde değil, Karayipler’de şeker üretiminde kullanıldığını gösterir. Ardından Fransa ve İngiltere gibi sömürgeci ülkelerin kolonilerinde yaşanan gelişmelerin bu ülkeleri etkilediğini belirtir. Dolayısıyla modernliği oluşturan asıl unsur, merkez olarak kabul edilen Batı değil, çevre olarak kabul edilen “Batılı olmayan”dır.
Mitchell, bu örneklerle modernliğe atfedilen teknolojik gelişmelerin ilk olarak Batı’da değil, çevrede yaşandığına dikkat çeker. Ancak modernliğin tarihinin Batılı olmayan üzerinden yeniden yazılmasının da sorunlu olduğunu ifade eder. Alternatif modernlikler üzerinden yeniden yaratılan söylem de bir “Batı”nın ve “Batılı olmayan”ın olduğunu kabul eden hâkim söylemin üzerine kurulur. Böylelikle alternatif söylem henüz başlamadan kendini merkeze alınmış bir öteki olarak kurgular ve hâkim söylemi yeniden inşa etmiş olur. O halde; burada mesele hâkim söylemi tersine çevirmek değil, modernlik olgusunu küresel bağlamda yeniden kuramsallaştırırken aynı zamanda modernlik anlatısının mantığının karmaşık yapısını ortaya koymaktır.
Mitchell’in makalesinin en önemli noktalarından biri modernliğin söylemsel düzlemde inşa edilmiş olduğunu göstermesidir. Buna göre modernlik bir aşama değil, bir temsildir (representation). Sömürgeci-modern bizim gerçeklik olarak algıladığımız bir akis/imge yaratır ve dünyayı bu aksi/imgeyi sonsuza dek temsil edecek biçimde düzenler. Bu imgeyi yaratan anlatı daima tekil ve homojendir. Çevrede olan gelişmeler daima bu homojen anlatı içerisinde Batı’ya dâhil edilir. Böylelikle söylemsel düzlemde modernin mutlak temsili Batı olarak gösterilir. Dolayısıyla modern olan da Batı’ya ait olan tüm özelliklerdir.
19. yüzyıl Osmanlı aydınlarından Şinasi ve Ziya Paşa’nın, Batı’nın oluşturduğu bu homojen modernlik temsiliyle kurduğu ilişki ise oldukça ilgi çekicidir. Yazının bundan sonraki bölümünde Mitchell’in makalesinde modernlikle ilgili öne sürdüğü fikirlerin Şinasi ile Ziya Paşa’nın Batı ve modernlikle kurduğu ilişkiyi anlamlandırmada ne gibi imkânlar sağladığı tartışılacaktır. Mitchell, makalesinde Benedict Anderson’un Walter Benjamin’in homojen boş zaman kavramından yola çıkarak ulus inşasıyla ilgili söylediklerine atıfta bulunur. Buna göre modern dediğimiz kavram, Walter Benjamin'in homojen boş zaman olarak adlandırdığı; zamanın takvim, zaman çizelgesi ve saat tarafından sınırları çizilmiş, tek tip ve doldurulmamış alanlar olarak kavrandığı bir zamansallık biçimi olarak gerçekleşir (Mitchell, 2000, s.14).[1] Benjamin’in kavramını geliştiren Benedict Anderson, bu zaman algısının birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan insanların aynı homojen zamansal anı yaşayarak kendilerini bir arada hissedebilecekleri yeni bir eşzamanlılık deneyimine yol açtığını öne sürer. Bu eşzamanlılık deneyiminden ise bir milli kimlik bilinci doğar. Anderson’un ulusun inşasıyla ilgili söyledikleri modern temsilinin inşasıyla birlikte düşünüldüğünde fiziksel olarak bir arada bulunmayan insanların Batı odaklı modernlik deneyimini eşzamanlı olarak nasıl tecrübe ettikleri hakkında da fikir yürütmemizi sağlar. Bu durumda temsilin araçlarını düşünmek gerekir; modern edebi tür olarak adlandırılan roman ve gazete gibi yayılmacı uygulamalar modernlik temsilinin zamansal ve mekânsal bir aradalığını yaratır (Mitchell, 2000, s. 18). Dönemin popüler araçları olan roman ve gazete Batı tarafından oluşturulan modernlik temsilinin hızlı bir şekilde çevreye yayılmasını sağlar. Birbirlerini hiç görmeyen, hiçbir zaman bir arada bulunmamış insanlar Batı tarafından inşa edilen modernlik algısını günlük olarak tecrübe ederler. Bu durum temsilin yayılmasını sağlamasının yanında tekrar tekrar tecrübe edildiği için sürekliliğini de sağlamış olur.
19. yüzyılda Osmanlı aydınlarının Batı odaklı modernlik temsilini öğrenmelerinin de bu iki araçla gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Dönemin aydınları günlük olarak takip ettikleri gazetelerde Batı’nın sunduğu olayları okurlar, bu durum inşa edilen modernlik temsilini de edinmelerini sağlar. Böylelikle tam da söylemin istediği gibi kendilerini Batı’nın karşısında Batı’nın bir ötekisi olarak konumlandırırlar. Şinasi’nin 1860 yılında Tercüman-ı Ahval’in mukaddimesinin girişinde söyledikleri gazetenin işlevini ve gazete aracılığıyla modern temsilin edinilmesini örnekler niteliktedir:
Mademki bir heyet-i içtimaiyede yaşayan halk bunca vezaif-i kanuniye ile mükelleftir, elbette ki, kâlen ve kalemen kendi vatanının menâfi’ine dair beyan-ı efkâr etmeği cümle-i hukuk-ı muktebesinden addeyler. Eğer şu müddeaya bir sened-i müsbit aranılacak olsa, maarif kuvvetiyle zihni açılmış olan milel-i mütemeddinenin yalnız politika gazetelerini göstermek kifayet edebilir.[2] (s. 113)
Şinasi’nin gazetenin işlevine dikkat çekmek için kullandığı bu cümleler, gazetenin işlevini göstermesinin yanında Batılı modernlik temsiliyle gazete üzerinden kurulan bağlantıyı da ortaya koymaktadır. Burada “milel-i mütemeddine” olarak kastedilen, İstanbul’da gazetelerden haberleri okunan Avrupalı devletlerdir. Şinasi bu devletlerin “maarif kuvvetiyle zihni açılmış” olduğunu ifade eder. Bunlardan yola çıkarak Şinasi’nin Batı’ya modernliği ve bilimsel gelişmişliği atfetmesini sağlayan unsurun gazetedeki haberler olduğunu söylemek mümkündür. Şinasi, batılı-modern temsili yaymada bir araç olan gazeteyi temellük ederek Osmanlı’ya getirir. Bu durum bir taraftan Osmanlı’nın kendi modernlik temsilini gazete aracılığıyla yaymasını sağlarken diğer taraftan öğrenilen Batı merkezli temsilin de çevrede yayılmasını sağlar.
Batı tarafından inşa edilmiş modern temsil, kendi içindeki homojenliği ve biricikliğiyle çevreye yayıldığında çevrenin kendini sorgulamasına yol açar. Diğer bir deyişle, Osmanlı aydınlarının modernliğin temsiliyle karşılaşırken yaşadığı kriz, onları kendi geçmişlerine yönelerek bir “orijin” arama telaşına iter. Bu durum Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşa”sında şu şekilde görülür:
Eski Yunanîler yalnız vezne riayetle kafiye iltizam etmezlerdi. Şiir her kavimde tabiidir. Ruy-ı arza ne kadar milel ve akvam gelmişse cümlesinin kendilerine mahsus şiiri vardı. Osmanlıların şiiri acaba nedir? Necatî ve Bâkî ve Nef’î divanlarında gördüğümüz bahr-ı remel ve hezecden mahbûn ve muhbis kasâid ve gazeliyât ve kıt’aât mesneviyât mıdır? Yoksa Hâce ve Itrî gibi mûsıkîşinâsânın rabt-ı makamât ettikleri Nedim ve Vâsıf şarkıları mıdır? Hayır, bunların hiçbirisi Osmanlı şiiri değildir. Zira görülür ki, bu nazımlarda Osmanlı şairleri şuara-yı İran’a ve şuara-yı İran dahi Araplara taklit ile melez bir şey yapmıştır. (s. 168)
Avrupalı milletlerin Eski Yunan’a dayanarak inşa ettiği “orijin” Osmanlı aydınlarında bir “kaynak” eksikliği hissine sebep olur. Ziya Paşa’ya “Osmanlıların şiiri acaba nedir?” sorusunu sordurtan da bu eksiklik hissidir. Yazar bu eksikliği gidermek için geçmişe giderek Osmanlı’nın kendine has, orijinal şiir biçimini arar. Bu biçim başka ülkelerin etkilerinden bağımsız olmalıdır; bu nedenle İran ve Arap edebiyatından “taklit” ile oluşturulan “melez” şiir Osmanlı’nın şiiri olamaz. Dolayısıyla Ziya Paşa’ya göre “Bizim şiirimiz hani şairlerin nâ-mevzun diye beğenmedikleri avam şarkıları ve taşralarda ve çöğür şairleri arasında deyiş ve üçleme ve kayabaşı tabir olunan nazımlardır. Ve bizim tabiî inşamız Mütercim-i Kamus’un muahharen Muhbir gazetesinin ittihaz ettiği şive-i kitabettir” (s. 168). Böylelikle Ziya Paşa, Osmanlı’nın şiirini ve inşasını hiçbir etkiye maruz kalmadığını düşündüğü bir orijine bağlamış olur.
Mitchell’e göre eğer modernlik tarihin bir aşaması değil, onun konumlandırılışıysa, o zaman bu durum onu belirli bozulmalara ve yerinden etmelere karşı savunmasız hale getirir. Hiçbir temsil orijinaliyle eşlemez, özellikle orijinal yalnızca taklit ve tekrarların bir bütünüyse. Her konumlandırma edimi ve temsil, yanlış temsil edilme olasılığına, parodiye ve yanlış okumaya açıktır. Her imaj ya da temessül, temsil ettiği gerçeklik ile arasına koyduğu ince fark üzerinden kendini inşa eder. Modernliğin her performansı bu farkı üretir ve her fark belirli değişimleri, yerinden etmeleri ve kirlenmeleri getirir (Mitchell, 2000, s. 23). Diğer bir deyişle, modernliğin bir gerçeklik değil, gerçekliğin temsili olması, çevre tarafından yanlış okumalara ve yanlış yorumlamalara karşı savunmasız olduğu anlamına gelir. Modernliğin temsil araçları çevre tarafından temellük edilir. Bu temellük gerçekleşirken bilinçli/bilinçsiz yanlış okumalar, yorumlamalar ve temsiller ortaya çıkar. Böylelikle çevre, merkezdeki modernlik temsilinin araçlarını kullanarak kendi temsilini yaratır. Şinasi’nin Osmanlıca Türkçesiyle gazete olmamasından yakınıp Tercüman-ı Ahval’i çıkarmaya başlaması ve Ziya Paşa’nın Avrupa’nın Eski Yunan’a kadar götürdüğü orijin anlayışını görerek Osmanlı’da şiirin kaynağının peşine düşmesi, çevrenin hâkim söylemin metotlarını kullanarak kendi modernlik temsilini yaratma edimine örnek olarak gösterilebilir. Bu durum, aynı zamanda çevrenin Batı merkezli temsilin “taklit” edilmesine karşı bir direnç oluşturmasına da neden olur. Ziya Paşa, orijinin peşine düşerken “Harabat”ta “Bilmem ki neden her işte mutlak / Avrupalıya mukallit olmak” diyerek Avrupa’nın taklit edilmesinin de sorunlu olduğuna dikkat çeker. Böylelikle çevrede hâkim söyleme karşı bir direnç ortaya konmuş olur.
Özetle bu yazıda, Mitchell’in makalesinden yola çıkarak Şinasi ve Ziya Paşa’nın Batı odaklı modernlik temsilini nasıl edindiğini ve bu temsille nasıl bir ilişki kurduğunu göstermek amaçlanmıştır. Buna göre Batı odaklı modernlik temsilinin araçlarından olan gazete, Osmanlı aydınlarının Batı’nın modernliğin merkezi olduğu yönündeki hâkim söylemi edinmesinde oldukça etkili olmuştur. Ardından hem Şinasi hem de Ziya Paşa Batı’nın modernlik temsilini inşa ederken uyguladığı metotları kullanarak çevrede alternatif bir modernlik temsilinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Şinasi, gazetede yayımlanan fikir yazılarının sade bir dille halka ulaşmasını sağlayıp temsilin yayılmasını sağlarken, Ziya Paşa ise Osmanlı edebiyatında orijinin peşine düşerek Osmanlı’ya ait modernlik temsilinin oluşmasında etkili olmuştur.
KAYNAKÇA
Timothy, M. (2000). The Stage of Modernity. Questions of Modernity içinde (ss. 1-35). M. Timothy (Haz.). Minneapolis: Minnesota Üniversitesi Yayınları.
İbrahim Şinasi. (2011). Tercüman-ı Ahval: Mukaddime, Yeni Türk Edebiyatı Metinleri 3: Nesir I içinde (ss. 113-114). İ. Enginün ve Z. Kerman (Haz.). İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ziya Paşa. (2011). Şiir ve İnşa, Yeni Türk Edebiyatı Metinleri 3: Nesir I içinde (ss. 168-172). İ. Enginün ve Z. Kerman (Haz.). İstanbul: Dergâh Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi 1868).
[1] Bu yazıda makaleden yapılan tüm çeviriler yazara aittir.
[2] Vurgu yazara aittir.
Son Yazılar
Hepsini GörÖncü bir Aziz: Thomas More ve Utopia’sı Sir Thomas More tarafından 1516’da yayımlanmış ve ilk ütopya eseri olarak kabul edilen, hatta bu...
İnsanların gelecek tasavvuru, bilim kurgu türü altında edebiyatta ve sinemada kendine yer bulmuştur. Bilim kurgu sineması geçmişten...
Comments