Fritz Lang’ın "Metropolis"inde Distopik Unsurlar
- İrem Taştan
- 19 Haz 2020
- 5 dakikada okunur
İnsanların gelecek tasavvuru, bilim kurgu türü altında edebiyatta ve sinemada kendine yer bulmuştur. Bilim kurgu sineması geçmişten günümüze hem konu hem de film teknikleri açısından büyük değişimler geçirmiştir. Türün sinemadaki ilk örneklerinin verilmeye başlandığı dönemden bu yana yaşanan teknolojik gelişmeler, türün yazınsal anlamdaki tasarılarını görüntüye dönüştürmek için büyük imkânlar sağlamıştır. Dünya tarihindeki toplumsal dönüm noktalarının etkisiyle bilim kurgu türü kendi içerisinde sosyal olaylara daha çok ağırlık vermeye başlamıştır. Sanayileşme sonrasında artan sınıfsal farklılıklar sebebiyle birçok yazar, eserlerinin alt metinlerinde kapitalizm eleştirisine yer vererek sosyal bilim kurgu alanına yönelmiştir. Yönetmenliği Fritz Lang’a, senaryosu ise eşi Thea van Harbou’ya ait olan Metropolis; bilim kurgu sinemasının öncü filmlerinden biri olmayı başarmıştır. Bu yapıt; sınıflar arası eşitsizliğin had safhada olduğu bir ortamda işçi sınıfının maruz kaldığı olumsuz yaşam şartlarını eleştirel bir şekilde yansıtması, dünya genelinde büyük değişikliklere sebep olan makineleşme sürecinin insanlara ve insanlığa olan olumsuz etkilerini çarpıcı bir şekilde izleyiciye aktarması sebebiyle sinema alanındaki en etkili distopyalardan biri olmuştur.
Metropolis’in gösterime girdiği 1927 yılında Almanya’da Weimar Cumhuriyeti hüküm sürmekteydi. 1. Dünya Savaşı ile Nazi Almanya’sı arasında yer alan bu dönemde Almanya, ciddi politik ve ekonomik sorunlarla uğraşıyordu. Siyaset ve ekonomideki bu karmaşanın aksine sanatsal açıdan ise altın dönemini yaşamaktaydı. Bu dönemde insanlara tanınan yeni hakların yarattığı özgürlükçü ortam, sanatsal anlamda yaşanan verimliliğe bir zemin sağlamıştı (Demirel, 2017). Bu dönemin ürünlerinden biri olan Metropolis’te; alt metinde verilen politik mesajlar, işçi sınıfında tanık olduğumuz öfke, film boyunca varlığını hissettiren ve temposunu yitirmeyen gerilim, yönetmen Fritz Lang’ın sivil yaşamdaki gerginlikten ve siyasetteki kaos ortamından etkilendiğinin kanıtı olarak gösterilebilir. Dışa vurumcu Alman sinemasının başarılı örneklerinden biri olan Metropolis, dönemindeki ekonomik ve politik durumun sosyal etkilerini aktarması açısından da önemli bir eser olarak görülebilir.
Filmin en dikkat çekici yönlerinden biri, günümüzde dahi güncelliğini yitirmemiş olan konusudur. Teknolojik açıdan gelişmiş bir ülke olan Metropolis’in ikiye bölünmüş toplumunu konu alan film, gösterilen distopya üzerinden yaptığı sosyolojik tespitlerle evrensel mesajlar vermiştir. Örnek olarak; işçilerin yaşam şartlarının yöneticilere göre çok kötü durumda olması ve iki sınıf arasındaki iletişim eksikliği, günümüzde hükûmetlerin desteğiyle etkisini en uç noktalara taşıyan kapitalist düzende varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Metropolis filmi, vurgulamak istediği konuları sınıflar arası ayrımın keskin çizgilerle belirlendiği bir distopya tasviriyle izleyicilere sunmaktadır. Sınıflar arası ayrım kavramını film bazında genişletecek olursak Metropolis ülkesi temel hatlarıyla iki sınıftan oluşur: işçi sınıfı ve yönetici sınıfı. İşçi sınıfı yerin altında yaşamakta ve ağır şartlar altında fabrikalarda çalışmaktadır. Bu ağır şartlara o kadar alışmışlardır ki neredeyse bir robot gibi sorgulamadan ve hiç ara vermeden işlerine devam etmektedirler. Yönetici sınıfı ise gökdelenlerde, fazlasıyla iyi şartlar altında yaşamaktadır. Filmin gidişatında görüldüğü üzere yönetici sınıfındaki büyük bir çoğunluğun işçi sınıfının yaşadığı zorluklardan haberi yoktur çünkü iki sınıf arasındaki iletişim yok denecek kadar azdır. Bazı distopik eserlerde olduğu gibi Metropolis’te de birbirine tamamıyla zıt iki sınıf anlatılmıştır ve bu iki sınıf arasındaki çatışma filmdeki kapitalizm eleştirisinin temelini oluşturmak için kullanılmıştır. Buna rağmen, filmin genelinde taban tabana zıt görünen bu iki kesimin bir noktada anlaşabilme ihtimalinin var olduğu da görülür.
Metropolis’in distopik özelliğini vurgulayan bir diğer unsur ise teknolojik gelişmelerden ve sosyal haklardan sadece üst sınıfın yararlanabiliyor olmasıdır. Bu durumu biraz daha açmak gerekirse; teknolojik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış birçok unsur insan yaşamını kolaylaştırmaktadır ve Metropolis evreninde bu araç gereçlerin kullanım hakkı yalnızca yönetici sınıfına aittir. Ayrıca yönetici sınıfının yararlandığı sağlık, barınma gibi birçok sosyal haktan işçi sınıfı kısmen faydalanabilmektedir (Yüksekli, 2013). Örnekler üzerinden gidildiğinde; yönetici sınıfının kamera ve görüntülü konuşma teknolojisi, gelişmiş ulaşım araçları gibi ileri düzey tüm gelişmelerden yararlandığı görülmektedir. Aynı zamanda istedikleri her şeye anında ulaşabildikleri ve birçok insanî haktan fazlaca istifade edebildikleri refah dolu bir yaşam sürmektedirler. Örneğin, yönetici sınıfının yaşadığı yerde bulunan “Sonsuz Bahçeler’’ sadece gençlerin eğlenmesi için yapılmıştır. Öte yandan, işçi sınıfının yeraltındaki yaşamına ve maruz kaldıkları şartlara bakıldığında bu durum tam tersine dönmektedir. İşçiler günlerinin yarısından çoğunu ağır şartlar altında çalışarak geçirmektedir. Hem çalışırken yaşanan kazalar hem de yer altındaki yaşamın sebep olabileceği sorunlar yüzünden sağlıkları büyük tehdit altındadır. İki sınıfın yaşam şartlarındaki bu zıtlık, bir şekilde Sonsuz Bahçeler’e girmiş olan işçi çocuklarının hiç vakit kaybetmeden korumalar tarafından dışarıya çıkarıldığı sahnede açıkça görülür.[1] Filmde iki sınıfa tanınmış imkânlar arasındaki farklılıkların üzerinde fazlaca durulmuştur. Bu olgunun vurgulanmasındaki temel amaç, yönetici sınıfının yaşamıyla işçilerin yaşamı arasındaki derin farkı gözler önüne sermektir.
Metropolis evreninde, işçi sınıfının durumunu daha iyi anlamak için yönetici sınıfının lideri Joh Fredersen’in oğlu Freder’in fabrikaya girdiği sahnelere dikkat edilmesi gerekir. Daha önce hiç fabrikaya gitmemiş olan Freder, içeri girdiğinde işçilerin korkunç şartlar altında çalıştığına şahit olur. Sahnenin ilerleyen kısımlarında fabrikada bir patlama yaşanır ve patlama sonucunda birçok işçi ağır yaralanır. Karakterin tanık olduğu durumlar karşısındaki düşüncesi ve yaşadığı dehşet, Moloch[2] figürü kullanılarak somutlaştırılmıştır. Patlama sonrasına Freder’in gözünden baktığımızda makinenin Moloch’a dönüştüğünü ve işçilerin sırayla onun ağzından içeri girdiğini görürüz. Burada Moloch figürünün gözükmesi işçilerin kurban motifiyle eş değer olduğunu simgelemektedir. Lüks yaşamını işçilerin sömürülmesi üzerinden sürdürdüğünün farkına varan Freder, Maria’nın işçileri bu durumdan kurtarmak için yapmak istediği devrimde ona yardım etmeye karar verir. Bu sahnelerde anlatıldığı üzere yönetici sınıfının yaşamını refah içinde sürdürmesini sağlayan temel olgu, yöneticiler tarafından kurulan modern kölelik sisteminin sorunsuz bir şekilde devam etmesidir. Metropolis evreninde var olan distopik düzende yönetici sınıfının refahını korumak için işçiler korkunç şartlar altında çalıştırılmakta, deyim yerindeyse kurban edilmektedirler.
Filmde önemli bir role sahip olan Maria, Metropolis’teki adaletsiz düzenin temel sebebinin iletişimsizlik olduğuna sıkça değinmektedir. Film içerisinde çok kez tekrarlanan “Akıl ve ellerin bir arabulucuya ihtiyacı var. Eller ile aklın arabulucusu kalp olmalıdır.” cümlelerine bakıldığında, Maria’nın bu iletişimsizlik sorunu için bir çözüm önerisi sunduğu görülür.[3] Son sahnelerde işçilerin içinde bulundukları durumu fark ederek çıkardıkları isyan büyük bir kargaşaya sebep olmuştur. Bu kaos ortamının sona ermesini sağlayan gelişmeler sonucunda Maria’nın işçi sınıfı ve yönetici sınıfı arasındaki orta yolu bulma amacının başarıya ulaştığı görülmektedir. Filmin genelinde yaşam tarzları ve imkânları arasında bir uçurum olan bu iki sınıf, bir yöneticinin oğlu olan Freder’in elçiliğiyle iki tarafı da memnun edecek bir yol bulmak için uğraşmışlardır. İki tarafın da problemlerine bizzat tanık olan Freder, ara buluculuk görevini üstlenerek iki sınıf arasındaki iletişim sorununu çözüme ulaştırmıştır. Fritz Lang ve Thea van Harbou, filmi nispeten geleceğe dair umut verici bir şekilde nihayete erdirmek amacıyla iki tarafın birbiriyle anlaşmaya vardığı bir sonu tercih etmişlerdir.
Metropolis; kapitalizmle birlikte sınıflar arası eşitsizliğin artmasına ciddi bir eleştiri getirmesi, gelecek hakkında yapmış olduğu başarılı tasvirleri, etkileyici sinematografisi ve alt metninde evrensel sorunlara değinerek yaratmış olduğu distopik evrenle günümüzde dahi etkisini devam ettiren bir film olmayı başarmıştır. Bilim kurgu türü altında yer alan birçok sinema filminin, Metropolis’in bahsi geçen özelliklerinden etkilendiği görülmektedir. Filmde gördüğümüz gelişmiş iletişim ve ulaşım teknolojisinin kullanım amaçları, işçilerin insanlık dışı şartlar altında çalışması ve yönetici sınıfının otoriter tutumu yaratılan evrenin distopik yönünü vurgulayan en önemli ögelerdir. Filmin genelinde savunulan fikir, işçi sınıfının sömürülmesi üzerine kurulan düzenin ortadan kaldırılması ve yönetici sınıfının elindeki kontrolsüz gücün sınırlandırılması gerektiğidir. Filmde vurgulanan diğer bir konuysa bu iki sınıfın da birbirine ihtiyaç duymasıdır. Bu durumu belirtmek amacıyla yönetici sınıfı beyin, işçi sınıfı ise kalp olarak simgelenmiştir. Filmin genel bağlamında gördüğümüz üzere, bu iki sınıf arasındaki derin uçurum ancak işçilerin ve yöneticilerin birbirlerine ihtiyaç duyduklarını fark ederek ortak bir noktada anlaşmalarıyla ortadan kalkacaktır.
KAYNAKÇA
Bould, M. (2015). Sinemaya Giriş: Bilimkurgu. (S. Okan ve E. Genç, Çev.). İstanbul: Kolektif Kitap. (Orijinal eserin yayın tarihi 2012).
Demirel, M. R. (2017). Weimar Cumhuriyeti Kültür Politikaları ve Altın Yirmili Yıllar. Akademik Sanat Dergisi, 2(4), 30-42.
Dinçer, Y. (Ed.). (2013). İsyan ve Devrim Filmleri. İstanbul: Yordam Kitap.
Yıldırım, S. (2018). Ütopya ve Distopyadan Sosyal Gerçekliğe: Cinsiyetin Tüketimi. Sosyal Araştırmalar Dergisi, 4(4), 364-373.
Yüksekli, B. (2013). Metropolis Filmi: Aydınlanmanın Diyalektiği, Modernite, Mit ve Modern Mimari. Yedi Dergisi, (10), 59-70.
[1] Bahsi geçen sahne filmin 10. dakikasında yer almaktadır.
[2] Fenikeliler döneminde adına çocukların kurban edildiği bir Tanrı.
[3] Bahsi geçen repliklerin bulunduğu sahne filmin 55. dakikasında yer almaktadır.
Son Yazılar
Hepsini GörÖncü bir Aziz: Thomas More ve Utopia’sı Sir Thomas More tarafından 1516’da yayımlanmış ve ilk ütopya eseri olarak kabul edilen, hatta bu...
Comentários