Söyleşi: Yalvaç Ural
- Burak Serin, Simge Şenyüz
- 7 Şub 2018
- 9 dakikada okunur

Önce çocuk edebiyatıyla başlayalım dedik. Sizin için çocuk edebiyatı nedir ve çocuk edebiyatı ve yetişkin edebiyatı arasında bir fark var mıdır?
Geçmişte çocuk edebiyatı diye bir yazın biçimi yoktu. Çocuklar edebiyat gereksinimini yetişkinlerin yazdığı kitapları kendilerine mal ederek, o kitapları kendilerine yakın bularak karşıladılar. Bunların içerisinde bazı korku ve gerilim kitapları vardı, yoksulluk ve öksüzlük gibi ögelerin işlendiği kitaplar da vardı. Çocuklar o kitapları sevmişlerdi. O yüzden dünya klasiklerinin çocuklar için küçültülüp, kısaltılıp uygulandığı dönemi, çocuk edebiyatını geliştirme dönemi değil de çocukların kendilerine bir edebiyat yaratma dönemi olarak kabul ediyorum. Çünkü yetişkinler onları çocuklar için yazmadılar. Örneğin Don Kişot’u, Cervantes çocuklar için yazmadı ama çocuklar o öyküleri kulaktan kulağa duyarak birbirlerine anlatınca sevdiler. Sonra yazarlar, yayıncılar bu durumu görünce bunları kısaltarak bir çocuk edebiyatı kitapları dizisi yarattılar. Örneklemek gerekire, 70’lerin sonunda İspanyollar neredeyse bütün klasikleri 36 -32 sayfalık çizgi romanlara çevirdiler. Klasikler çevre mekan betimlemelerini çocuklar resimli romanlarla, görerek daha kolay algıladılar. Ayrıca Bizde de İsmail Gülgeç, Mustafa Delioğlu, Semih Poroy gibi usta çizerler Yaşar Kemal, Halide Edip, Hüseyin Rahmi, Sait Faik gibi pek çok yazarın eserlerini çizgi romana dönüştürdüler. Ve o çizgi romanlar çocukların bu eserleri daha çabuk okuması ve anlaması adına önemli oldu. Resimli betimlemeler çocukların, anlatılan öykünün özünü kavramalarında çok yararlı oldu. Tabi bu geçiş dönemi için geçerliydi. Bu ürünler, çocukların Dünya ve Türk klasiklerini küçük yaşlarda okumalarını ve onları yazınsal, görsel olarak algılamalarını sağlayan önemli çizgili eserler oldu. Ama bütün klasikler çocuklar için uygun değildi. O zamanlarda böyle bir şeye gereksinim vardı ama şimdi bu klasiklerin hepsini çocuklara okutamayız. Onlarda bunları eskimiş buluyorlar. Nereden baksanız bu eserlerin en genci yüz yaşında. Özellik teknoloji ve geleceği kurgulayan kitaplar onlara gülmece kitabı gibi geliyor. Onun için günümüzde çocukların yaş gruplarına göre kitaplar biçimlenirken öykünün kurgusu, senaryonun varlığı, içeriğinin şiddet, gerilim, aksiyon, korkudan uzak tutulması benim için önemli devinim noktası. Bu kriterler dışında sözcük seçimi, yaş gruplarına göre de başkalık gösteriyor. O yüzden küçük yaşlarda masal kitapları ağırlık kazanıyor.. Ne yazık ki günümüzde televizyonla yapılan algı oyunları çocukları etkiliyor ve korku, şiddet içerikli, kitaplar çocuklara sevdirilmeye çalışıyor ve benimsetiliyor. Ben bütün bunlara karşı deneme kitapları yazmaya çalışıyorum. Çünkü çocukların merak dürtüsünü, uyanmasını, bilinçlenmesini, meraklı, analizci bir kafa yapısına sahip olmasını istiyorum. Küçük yaşta erdemli bir çocuk olmanın yolu deneme kitaplarından geçiyor. O yüzden ben bu noktadan yola çıkarak, kitabımın adını “Stephan Hawking Herkül’ü Döver” koydum. Çünkü o bir akıl adamıdır, felçlidir ama Herkül istediği kadar güçlü olsun, düşünsel bir yetiye sahip olmadığı sürece gücü hiçbir şeye yaramaz. Evet uzun bir yanıt oldu.
Biz çocuk edebiyatı sayımız için hazırlanırken çocuk edebiyatı üzerine okumalar yaptık ve bu noktada üretilmiş olan metinlere baktığımızda didaktik dilin çoğu metinde öne çıktığını gördük. Siz bunun böyle olması gerektiğini düşünüyor musunuz? Çocuk edebiyatının öğretici bir misyonu olmalı mıdır?
Hayır şimdi şöyle bir şey var: Edebiyat terbiyename değildir eskilerin deyimiyle. Eskiden edebiyat şöyle yapılırdı, bizim babalarımız dedelerimiz çocukluğumuzda, şöyle yapacaksın böyle yapacaksın çocuğu terbiye edeceksin tamam mı? Böyle bir yaklaşım vardı.
Peki sizi kişisel olarak çocuklara yönelik metinler üretmeye iten sebepler neler olmuştu?
Ben yetişkinler için şiirler yazardım, sosyal gerçelik üzerine yazılmış şiirler. Bu yetişkin şiirlerini yazarken 1978 yılında 1979 yılının Dünya Çocuk Yılı olacağı duyuruldu. Türk çocuk yazınında dişe dokunur yazarlar çok azdı. Yetişkinler için yazan usta yazarlar o dönemde çocuklar için de yazmışlardı. İbrahim Öz, Mümtaz Zeki Taşkın, Fikret Arat, Tarık Dursun K ve okul kitaplarına şiirler yazan Ragıp Çalapala gibi çocuklar için yazan yazarlar vardı. Bir de köy enstitülü yazarlar çocuklar için kitaplar yazıyorlardı ve bunlar güzel kitaplardı. Böyle bir akım başlayınca çocuk edebiyatı birden herkesin çalışma alanına girdi. Ben yetişkinler için yazarken çocuklar için de şiirler yazıyordum. Onları derledim, topladım. Bir de çocuk dergisinde yayımlamaya başladım.
Hangi dergiydi?
Milliyet Çocuk dergisiydi. Dergi 1972’de başlamıştı ben de dergiye 1978’de dergi 6 yaşındayken dahil olmuştum. Bir sene kadrosuz çalıştım sonra bünyesine girdim. Değişiklikler oldu, Abdi İpekçi’nin ölümüyle, ÜlküTamer yayınların başından ayrıldı. Dergi gazetenin bünyesine alındı. O zaman bir arkadaşım vardı. Değerli bir gazeteci ve fotoğrafcı Mehmet İlkorur. Onun davetiyle birlikte çalışmaya başladık. Sonra Tarık Dursun K geldi yönetime. O tabi daha deneyimliydi. Milliyet Çocuk Dergisi’ni daha önce de yönetmişti. Bize yeni şeyler öğretti ve bir yıl sonra o da gitti. Hepimiz bir yere doğru yürümeyi öğrenmeye başladık. Benim yazarlık serüvenim de bir taraftan yürüyordu. Bu arada Gülten Dayıoğlu, Cahit Uçuk, Mümtaz Zeki Taşkın, Fikret Arıt, İbrahim Örs gibi ustalar vardı. Çocuk edebiyatı çimlenmeye başlamışdı. Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Zeyyat Selimoğlu, Sulhi Dölek, Demirtaş Ceyhun, Fikret Otyam, Ataol Behramoğlu, Refik Durbaş, ve İsmail Uyaroğlu gibi yetişkinler için yazan şairler de çocuklar için yazdı.CemYayınları, Gözlem Yayınları gibi aklı başında yayınevleri çok ilginç farklı, kültürel kitaplar ve çocuk kitapları yayınlamaya başladı. Örneğin Bulgar edebiyatından, Stanislav Stratiev diye bir yazarın, kitaplarıyla tanıştık. Daha nice tanımadığımız ülke kültürü ve yazarıyla. Amerikan, Rus klasiklerinden çok önemli çeviriler yapıldı. Örneğin ben Tolstoy’un çocuklar için öyküler yazdığını bilmiyordum. Büyüklerde olduğu kadar küçüklerde de ustaydı. Biz de bu kaynaklardan beslenmeye başladık . Çocuklarla beraber biz de büyüdük. Dünyada ki çocuk dergileri gün be gün izlenmeye ve fuarlara gidilmeye başlandı.. O gelişim çok hızlı oldu . 1988’e geldiğimizde hepimiz bir yerlere gelmiştik hatta 1986’da ben uluslararası bir ödül bile almıştım. Biz çocuk dergiciliğinden gelenler, çocuk edebiyatını dergilerden öğrendik. Dünyada örnekleri vardı. Makedonya’ya gittiğimizde öğrendim ki çok az bir Türk çocuk okurunun yaşadığı Makedonya’da 3 tane çocuk dergisi çıkıyordu. Bir de ayrıca iki gazetenin çocuk eki. Bunların dışında “Tomurcuk” adlı bir de okul öncesi dergisini vardı.. Biz ilk, okul öncesi dergisini onlardan ve Macarlardan öğrendik. Milliyet Kardeş Dergisi de böyle yayın yaşamına başladı. Bizden ilerideydiler. Baktık ki çok geniş bir alan bu. Batı’da başka, Balkanlar’da başka. Batı ülkelerin de okul öncesi kitapların çoğu edebiyattan uzaktı. Usta çizerlerin resimlediği az yazılı kitaplardı. Bence onların hiçbiri edebiyat değildi. Çünkü kitapları resimleyenler masalı yazıyorlardı ve yetkin değillerdi. Bugün de pek çok yayınevinde ressam yazarlar var. Aralarında iyiler olsa da, ebeveynler resimlere bakarak kitap alıyorlar. Ama Balkanlardakiler edebiyattı. Günümüzde de benzer şekilde binlerce saçma sapan kitap çıkıyor. “Bilmem neyin gizi”, yok “küçük gazetecinin öcü” ya da ne bileyim “hobbitler geliyor”, “saftirik” falan gibi şeyler. Tabi bunlar televizyon ve sinema filmleriyle desteklenince çocuklara o ürünlere daha kolay ulaşıyor. Cips yemeye alışmış çocuklara benzetiyorum ben onları. Okullarda var bugün öğle yemeğinde üç paket cips yiyerek karınlarını doyuruyorlar ve çocuklar kültür açlıklarını da bu popüler kültür ürünleriyle doymaya başladılar.
Uzun süredir çocuklar için yazıyorsunuz, metinler üretiyorsunuz ve bu süreç içerisinde nesiller de değişiyor. Mesela 90’lardaki çocuklar ve bu dönemdeki çocuklar arasında yaşayış ve alışkanlıklar itibariyle çok büyük farklar var. Farklı nesiller için yazarken nelere dikkat ettiniz? Sizin yazınınızda ve anlatımınızda bir değişim oldu mu?
Benim yazınımda hiçbir şey değişmedi. Ben gerçekçi ve çağcıl kalmayı ve çocukları tüketim aracı olarak kullanan dünya sisteminden çocuklarımızı korumaya çalışıyorum. Çocuk yazarı olarak bana düşen çocuklarda küçük yaşlarda merak dürtüsü oluşturmak. Elimden geldiğince onlara gerçekleri anlatmak, en azından bu konuda düşündürmek. Günümüzde çocuk edebiyatı yazarının görevi güllük gülistanlık kitaplar yazmak değildir. Aksine, yazar büyük bir sorumluluk üstlenmiştir. Bunu edebiyat dünyasında şöhret sahibi olmak isteyenler pek önemsemiyor. Çocuk edebiyatında önemli olan çocukları anne babalarda farkındalık yaratarak geleceğin çıkarcı tüketim dünyasından korumaktır. Babamın bana bir vasiyeti var, kendisi Toprak Mahsulleri Ofisi’nde müdürdü. “Buğdayların tohumlarını koruyacaksın oğlum. Tohumlar binlerce kuşağa ekmek götürecek. Bir buğday tanesinden bir başak, başaktan da milyonlarca buğday tanesi elde edersin.” derdi. Çocuklara yaşamı anlatırken bence edebiyatla, söyleşilerle arkadaş olarak anlatmak gerekir.
Çevrenizdeki çocuklar sizin kurguladığınız karakterleri etkiliyor mu?
Tabii ki etkiliyor. Özellikle benim kendi anılarımdan yola çıktığım kitaplarımda çok etkiliyor. Ama ben duygusal öyküleri, çocukları üzmek için değil, karşılarına çıkan yanlışları daha kolay algılamaları, öğrenmeleri için anlatıyorum. Elbette Oliver Twist’teki babası ölmüş yoksul bir çocuğun başkaları tarafından dilendirilmesi gibi hikayeler kurmuyorum ama yeni kitabım “Hermiyas” mitolojik bir öykü üzerine ve çok acıklı bitiyor. Bunu onları üzmek için yapmıyorum. Amacım çocukların olaylar karşısında daha çok, düşünerek ve irdeleyerek hareket etmelerini sağlamaya çalışıyorum. Üzünçlü öyküler anlatarak kalıcı olmaya çalışan çocuk yazarları da var fakat bu eserlerin çocukları incittiğini düşünüyorum.
Sizinle Miço’nun adı özdeşleşmiş bir şekilde. Bize Miço’nun ortaya çıkış hikayesinden, varsa bu yolda karşılaştığınız güçlüklerden ve aldığınız olumlu/olumsuz tepkilerden bahsedebilir misiniz?
Miço Türkiye tarihinde gelmiş geçmiş en önemli çocuk dergisidir. Miço, ilk bir yıl haftada yüz yirmi bin satılıyordu. Miço o dönem Doğan Egmont’un yaptığı bir araştırmaya göre dünyanın en çok satan üçüncü çocuk dergisiydi. Bize yirmi dokuz bin mektup geldiğini hatırlarım. Gazetenin başında Abdi bey düşüncesinde insanlar olsaydı, Miço sonsuza kadar yayınlanırdı. Yine de arada küçük kesintilerle 1978’den 2012’ye kadar yayınlandı. Günümüzde çocuk dergilerine inanmayanlar dergiyi kapattı.
Miço gibi bir dergi hiç yayınlanmadı. Milliyet Çocuk dergisi biçimindeyken içinde klasik çizgi romanların da yayınlanması özellikle o döneme göre çok önemlidir. Biz bu dergide dünyada yayınlanan, özellikle de çizgi romanda çok da popüler olmayan eserlere yer verdik. Bunlar hiçbir zaman Amerikan odaklı olmayan, yayınlandıkları ülkelerdeki çocuklarca çok sevilen eserlerdi. Latin Amerika’dan, İspanya’dan dünyanın her yerinden seçilmiş önemli eserler yer buldu bu dergide. Hepsi özenle seçilmiş çeşitli ürünlerdi. Örneğin bir basketçinin, televizyonda durmadan zap yapan bir çocuğunu yaşamını ve aile içindeki sorunları işleyen çizgi öyküler vardı. Bir“Ders Sevmez Hamdi” vardı herkesin sevgilisi. Annesi ölmüş, babasıyla yaşayan bir karakterdi. İnce ruhluydu, öğretmeninin annesi ölünce kimse gitmezken o öğretmenini bir çiçekle ziyaret etmişti. Ama derslerle arası pek yoktu. Sürekli kopya çekmekten hoşlanıyordu. Ama bunu yaparken kamera sistemini, güvenlik kameralarından yaptığı makineleri kullanarak arkadaşlarının kağıtlarına daha yakından bakıyordu. Ama asıl anlatmaya çalıştığı ezberci eğitime karşı olan duruşuydu Bunun gibi çok yönlü karakterler yer aldı Miço’da . Bunların yanısıra oyun sayfaları, görsel algı oyunları da kullandık. Örneğin benim yazdığım mavi eşek, yakında kitap olarak çıkacak. Şimdi onu daha da uzatıyoruz, yaklaşık on bölümlük bir dizi halinde olacak. Kitapta bir orman, ormanda hayvanlar var. Bu bir okul, bir gençlik grubu, küçük bir kasabadaki insanlar gibi de düşünülebilir. Karakterler bir çizgi romanın içinde yaşıyor. Bir kralları var. Kitabı yazan ana karakter mavi eşeği yazmış, kral figüran olarak bulunuyor. Kral bu duruma tahammül edemiyor, hiçbir romanda olamam ben bu adam beni çizmesin diyor. Yazar yazıyor, çizer çiziyor. Hayvanlarınsa yazarlarla, çizerlerle bir kavgaları var. “Kendini ormanların kralı mı sanıyor bunlar? Biz kendi hikayemizi kendimiz yazarız, kendimiz oynarız. Robot muyuz onların dediklerini yapalım?” diyorlar. Aslında ben çocuğun burada yaşam içinde ki yolculuğu üzerinde düşünmesini istiyorum. Varoluş bilincinin onu yarına başarıya taşınmasında etkin olacağına inanıyorum.
Zaten ara ara bahsettiniz okullardaki anılarınızdan ama biraz daha ayrıntılı sormak istiyoruz. Türkiye’de de yurtdışında da birçok okul ziyaret ediyorsunuz. Bu ziyaretlerinizde neleri deneyimlediniz? Çocuklardan gelen tepkiler nasıldı?
Kosova’ya gittik. Ortaokul öğrencileri kitabında benim Kuşlar ve Uğraşları şiirim vardı. Tüm öğrenciler orada şiiri ezbere okumuştu. Neredeyse ağlayacaktım, zaten dayanamıyorum böyle şeylere. Makedonya’da “Müzik Satan Çocuklar” kitabım yardımcı ders kitabı olarak okutuldu. Bugünlerde Macaristan kitap fuarında üç çocuk kitabım çocuk okurlarla buluştu. Daha önce Kosova, Makedonya, Sırbistan, İran, Almanya, Mısır gibi birçok ülkede kitaplarım çıktı. Ben bile hangisi nerede çıktı unutuyorum artık. Örneğin Arapça basılmış korsan bir kitabım bile var.
Çocuklardan aldığınız ilginç tepkiler var mı?
Var tabii. Başparmak Çocuklar’da yazdım mesela. Çocuklarla masal çözümlemeleri yapıyoruz. O çocuklardan bir tanesi Kırmızı Başlıklı Kız masalını çok eleştirmişti. “Bu anne nasıl bir anne kızını tek başına ormana gönderiyor? Büyükanneyi neden ormana atmışlar?” gibi sorular sordu bana. Esas bundan sonrası, “O kadın anneanne değil” dedi. Neden diye sordum, “O kadın anneanne olsaydı anne onu ormanda bırakmazdı. O kadın olsa olsa babaannedir.” dedi. Bir de pamuk prenses masalı hakkında konuşan bir çocuk vardı. “Peki bunlar ne madeni satıyorlar, ne madeni çıkarıyorlar?” dedi. Ormanda maden olur mu diye sordu bana ben de kömür madeni olabilir dedim. ”Peki bu kömürü kime satıyorlar o zaman?” diye sordu. “Kral onlara maden işletmesi vermiş?” gibi sorular sormuştu. Gene aynı hikaye hakkında bir diğer kız “Ben o pamuk prensesten nefret ediyorum.” Dedi. Niye diye sordum. “İnsanlar izin almadan başkalarının evine girer mi? Giriyor, temizliyor, bir de yemek yapıyor. Sanki onu çağırıp yemek yapmasını söylediler. Siz ister misiniz biri evinize izinsiz girsin yemek yapsın?” dedi. Haklısın dedim güldük beraber.
Sizin kitaplarınız birçok çocuğun hayatını etkiledi. Peki çocukluğunuzda sizi etkileyen kitaplar nelerdi?
Bize bir tane Yapı Kredi Dergisi gelmişti. Orada Kaptan Nemo vardı bu Denizler Altında 20000 Fersah. Çok etkilemişti beni. Sonra, doğum günü adeti yoktu bizde o zaman. Her nasıl olduysa büyük kardeşime bir doğum günü yaptılar. Birisi Kumsaldaki İnciler diye bir kitap getirdi, Bir de Boyacının Penguenleri. İkisi de Doğan Kardeş’den çıkma kitaplardı. 65 yıldır saklıyorum kitapları duruyor. Ondan sonra benim şansım mıydı şanssızlığım mı bilmiyorum ama annemin okuluna Güvercin Kitaplar diye kitaplar geldi. Annem ilkokul öğretmeni. O Güvercin Kitaplar’ın içinde Neyzen Tevfik, Rıza Tevfik, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp,Şair Eşref gibi ünlüler vardı. O zamanlar ben tabi onların Türkçelerini pek anlamıyordum. Sonra ortaokula geçmeden önce bir Teksas Tommiks okuma hastalığı başladı. Babam ilk başlarda bize çok kızıyordu. Biz nasıl yaptıysak babam da bir iki tane okuyunca, hani küçük çocuğa hap yutturur gibi, babam da tiryakisi oldu. Ailecek okumaya başladık. Annemin kütüphanesi vardı. O kitapların çoğunu saklıyorum hala. Annemin bir okul kitabı vardı içinde çok güzel hikayeler vardı. Sonra bizim evde ailede herkes şiir okur. Hatta annemin yıllar önce elle yazısıyla oluşturduğu bir şiir antolojisi kitabı var. Orta ikinci sınıfta da bir fotoğraf çekme merakı başladı. Böyle bir sürü şeyler çektim. Sürekli bir arayış içindeydim. Ailem aslında yoğun kitap okuyan insanlar değillerdi. Lise yıllarında onlar da çok okumaya başladılar. Başta Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Orhan Kemal’in eserlerinin çoğunu okudular. Tabi şiir, öykü, derken bir de roman okunmaya başladı. Hatta evimize bir de Paris Mach ve Yücel gibi dergiler gelirdi. Bir memur çocuğu olduğu için Anadolu’nun pek çok yerinde yaşadık. Bu da dil ve Türkçe açısından beni zenginleştirdi.
Son olarak bize gelecek planlarınızdan bahseder misiniz?
Şu sıralar daha çok bilgisayar oyunları üzerine yoğunlaşmış durumdayım. “Başparmak Çocuklar” kitabında beynin sağ ve sol lobunun birer parmakla idare edilmesine değiniyorum. Düşünün, Fazıl Say ellerinin on parmağını da kullanıyor. Yani beyni de on parmakla çalışıyor, görsel algısı yüksek, zihni daha çalışkan. Bu gibi ara kitaplarla kitabı daha zevkli bir yere taşımak istiyorum. Çocukları mantıktan ayrılmadan, kıyas yaparak analizci düşünmeye teşvik etmek istiyorum. Çünkü akıllı bireyler yetiştirmemiz gerekiyor. Bazı yabancı filmlerde çocuk tiplemelerini görürüz. İnanılmaz bilgedir ve yetişkinler gibi giyinirler, kimlikleri oluşmuştur. O çocuk tipini filmlerde de görsek, gerçekte yaratmamız gerekir. Aklı başında çocukları yaratamazsak sürüdeki kuzudan bir farkları kalmaz.
Fotoğraf: Simge Şenyüz
Son Yazılar
Hepsini GörKendi kafatasını ölçen bir antropolog mezurasını Dinlen denince ayağa kalkan terziden mi almıştır Rögar kapaklarının arasından sızan gün...
Comentários