Kaplanı Kazanmak
- Katherine Scott Nelson
- 31 Mar 2017
- 4 dakikada okunur
Çeviri Önsözü: Katherine Scott Nelson, İngilizce yazdığı eserlerinde cinsiyet bildiren “his/her” gibi ifadeler yerine “ze/hir” gibi cinsiyet bildirmeyen ifadeler kullanmayı tercih etmektedir. Türkçedeki “o” ve “onlar” gibi zamirler cinsiyet bildirmediği için eser Türkçe’ye çevrilirken aktarılmak istenen düşünceler ve vurgulanmak istenen kullanım farklarına dikkat edilerek, yerinde ifadeler kullanılmıştır.
Emre Murat Bozer
Thandie arabayı projektörün altına, otoparkı kaplayan ezilmiş ölü çimlerin üstüne park etti. Bulutlar uçuk renkli çadırların ve dönme dolabın ardında asılı bekliyordu. Diz boyu çizmelerinin gümüş rengi iplerini bağlayıp beyaz elbisesinin altındaki pembe çizgili taytını düzeltti. Akşamüstü havası fırtına kıvamında kokuyordu: sıcak, boğucu ve durgun. Patikadan aşağı kol kola inerken havayı yüzerek geçiyor gibiydik. Ter enseme, siyah tişörtümün altına çıkmış, göğüslerimin arasından kaymış, astarımı sırılsıklam etmişti.
Thandie’nin omzuna dayanıp yanağımı onun cılız adalesine yasladım. Güneş, kirpiğinden düşüp teninde dağılan pırıltılarda benek benek yansıdı. Kalabalığı tarayıp duruyordum. Kendimizi sakınmamız gereken sarkık dudaklar ya da kızarıp bozarmış suratlar arıyordum. Kolumu Thandie’nin beline sarıp kendime doğru çektim onu.
Yemek çadırına daldık ve tereyağlı közde mısır, huni keki, kızarmış peynir ve içine donmuş kalpler gömülü ev yapımı dondurmayla karnımızı tıka basa doldurduk. Dondurma tezgâhındaki kadın Thandie’nin siparişini aldı ve bana pek de yakından bakmayarak: “Beyefendi siz?” dedi.
“Beyefendi değil,” dedi Thandie parayı uzatırken. Tehlikenin kokusunu almıştım bile. Thandie’nin elini sıktım. Umursamadı.
“Pardon ne dediniz?” dedi kadın.
“Beyefendi değil. Hanımefendi de değil. Bizler ikili cinsiyet normlarına dahil olmayan, trans bireyleriz.” diye bilgilendirdi Thandie kararlı bir biçimde.
Kadın ikimize birden baktı: “Haa…” damlayan dondurma külahlarını elimize tutuşturup “iyi günler bayan.” dedi.
“Bayan değil…“ diye homurdandı Thandie ama kolundan çekiştirdim ve birlikte uzaklaştık. Parmaklarımızın arasından akan pembe damlaları yakalamaya çalışarak, acıyı ve çileği tadarak dondurmalarımızı yedik, sahnenin yanında.
“Daha önce hiç ama hiç duymadığım bir sözcük bu söylediğiniz.” diye burnundan soluyarak kadının aksanını taklit etti Thandie. “Bu yüzden size nasıl istiyorsam öyle hitap edeceğim ve bu yaptığıma da nezaket diyeceğim.”
Sanat müzesindeki randevumuz geldi aklıma. Beyaz koridorlarda dolaşırken gözü kara erkeklere ve kadınlara bakakalmıştık. Sonsuzluğa esneyen muntazam tanımlı erkek ve kadın şekillerinde.
“Burası bize göre değil.” dedim.
“Beş bin yıllık siyasi cinayetlerin gölgesinde yaşıyoruz çünkü.” Külahının ucunu çiğnedi. “Bizim gibi insanlar yaşamış olsaydı ataerkinin, erkek egemenliğinin dayandığı sözde biyolojik zemini yerle bir ederlerdi.
”Başımı omzuna yasladım. “Gel Thandie el sanatları çadırına gidelim. Piştim burada.”
Vantilatörlerin uğultusu altında, göze batan kalınlıkta kabakların ve kırmızı-mavi kurdeleleriyle gösteriş yapan turtaların arasında dolandık karmakarışık babaanne örgülerine hayranlıkla baktık ve o kenarına gizemli bir kurdele tutturulmuş yol kenarı manzara resminden daha iyisini yapabileceğimizi iddia ettik. Thandie tezgâhların birinden siyah bir kovboy şapkası kaptı ve kafama geçirdi. “Bir kuş tüyü koymak lazım…” dedi. “Ya da iki. Tam şuraya.” Hafifçe vurarak şapkanın siperini gösterdi. Şapka satan yaşlı adam mesafesini koruyarak kıkırdadı.
Thandie batık desenli eşarpları okşarken ve ev yapımı rüzgâr çanlarını çalarken insanları seyrettim. Ağızları Kool-Aid boyalı çocuk öbeklerinin peşindeki insanları, nemli tişörtleriyle tezgâhların kenarında salınan cılız ergenleri, mukadderatlarının huzurlu sonuna yaklaşmış ihtiyarları seyrettim. Sallanan sandalyede yelpazelenen bacakları varis çorabına sarılı yaşlı bir kadının yanından geçtik. Bize baktı, gözleri bulutlu ve olağanüstü maviydi.
Ardından yoğun bir rutubet ve tezek kokusu tarafından sarılan hayvan barınaklarına gittik. Keçiler bize bakmak ve “meeelemek” için ahırın demirine tırmanmışlardı. Kemikli kafalarını, yumrulu boynuzlarını sevdik ve biz de onlara “meee” dedik. Ödüllü domuzlar seslenmelerimizi umursamayan bir tavırla samanların arasında yarı kederli şişkolar gibi yatıyorlardı. Barınaktaki tek insan koridorun ucundaki kapıya yaslanmış gazeteyle yelpazelenen bir adamdı. Ahırın kenarında bir dizi yavru domuzcuk ayaklarımıza doğru koşturunca Thandie ciyakladı ve onları sarsmak için kümes teline yapıştı.
“Evet” diye bağırdı Thandie. “Hanimiş dünyanın en sevimli pastırması? Sen misin dünyanın en şeker pastırması? Evet sensin!” Koridorun sonundaki adam ters ters bakıp yere tükürdü. Kafasını sallayarak uzaklaştı ve römorkların ardına doğru gitti. İçimi sıcak, korumacı bir öfke bastı. Kız yumruklarım iki yanımda sıkılı, minik bedenim titriyordu.
Yanına gelip diz çökmemi işaret ederek, “Ay şuna bak” diye ciyakladı Thandie. Domuzcuklardan biri minik pembe dilini uzatmış Thandie’nin parmağının ucunu yalıyordu. “Tatlı domuzcuk. Domuzcuğa parmağımın ucunu ikram ettim. Yumuşak dudaklarıyla sarmalayıp dişleriyle tırnağımı kazıdı. Kulaklarının arkasını okşarken Thandie’nin eli elime değdi. Ellerini avuçlarımın içine aldım.
Barakada ineklerle takılarak, atlarla monologlar kurarak epey zaman geçirdik. Uzun ışık şeritleri kaybolduğunda ve biz tekrar acıktığımızda suratlarımız çocuksu bir neşeyle kızarmıştı. Dönme dolaba binmeyi teklif etmeyi düşündüm. İkimizi birbirimize yapışmış bir şekilde hayal edebiliyordum. Işıklar ve müzik her yandan saldırırken sonsuz bir döngünün içinde dünyayı dönüyoruz: yukarı ve aşağı, aşağı ve yukarı.
Fakat dışarıda rüzgâr kuvvetlenmeye, sıcaklık düşmeye başlamıştı. Kara bulutlar çadırlara ve bayraklara doğru alçalırken insanlar hırkalarına ve yağmurluklarına sarınmış aceleyle uzaklaşıyorlardı. Bol tişörtüm vücudumun üzerinde çalkalanmaya, parmak uçlarım üşümeye başlamıştı. Rüzgârdan korunmak için çimenli yola doğru kıvrılan karnaval oyunları kuyruğuna girdik.
“Hadi şu saçma pelüş oyuncaklardan alalım…” dedi Thandie. “Mesela kocaman Saint Bernard büyüklüğünde bir tavşan.” Fakat silindir şapkalı pembe tavşanlar veya dev boa yılanları için en az 20 doları gözden çıkarmamız gerekiyordu ve ikimizin de nakdi azalmıştı. Yaradılıştan adaletsiz olduğu için kancalı oyuncak makinesini reddettik. Anılarımı uyandıran beysbol simülatörünü de es geçtik. Diğerleri rahat ve uyumlu vücutlarıyla zarafet içinde salınırken benim spor eşofmanlarımla uzak vuruş yaptığım anılardı bunlar. Karınlarında bilinmez numaralarla çocuk havuzunda titreşen plastik ördekler de, tabii ki, adil değildi. İşi şansa bırakmamamız gerektiğini biliyorduk. Yolun sonunda tavanı gerçekçi pelüş hayvanlarla dolu bir atış poligonuna geldik. Yavru foklar, deve kuşları ve şempanzelerin yanında sallanıyordu.Kancanın ucunda kocaman bir köpek boyunda, hoplayan bir kaplan vardı.
“Aa kaplan!” diye bağırdım.
Satıcı tezgâha doğru yaslandı ve ikimizden birine seslendi: “Ne dersiniz efendim? Kız arkadaşınız için bir kaplan kazanmak istemez misiniz?” Thandie döndü ve daha önce görmediğim kadar şen bir şekilde gülümsedi. Kasıla kasıla kabine doğru yürüdü ve elini sertçe tezgâha indirdi. Çantasında bir beşlik ararken: “Evet partnerim için o kaplanı kazanacağım. Uzat bakalım.” dedi.
Tezgâhtar tüfeği uzattı ve “Haydi bakalım, buyur.” dedi ama sanıyorum, o yüksek sesinin altında biraz korku sezdim. Terliyordu ve koltuk altlarındaki yarım ay şeklindeki ter lekelerini gizlemek için kıllı kollarını göbeğinde kavuşturmuştu.
Thandie dipçiği omzuna dayayarak tezgâhın üzerine uzandı, topuklarını çamura batırdı ve “Yıllardır ateş etmiyorum…” dedi namludan bakarken. Gözleri satıcıyı hedef almıştı. “Çocukluğumdan beri. Babam beni koruya götürür ve derdi ki oğlum, bu dünyada erkek olmak istiyorsan…” sesi kısıldı.
Satıcı ondan bir adım daha uzaklaştı.
“Bisiklet sürmek gibi derler.” Dudaklarını yaladı. Yağmurun ilk damlaları dört bir yanımızda pıtırdamaya başlamıştı. Thandie’nin vücudu yekpare bir kas, isyana hazırlanan bir kalabalık gibi kasılmaya başladı. Işık huzmelerinin üzerinde ileri geri gidip gelen merceğe odaklanmışken satıcı kendini çadırın duvarına yasladı. Elimi Thandie’nin kürek kemiğine koydum. “Haydi.” diye fısıldadım. Üstümüzde, kaplan dengede savruldu. Thandie emniyeti kapadı.
Çeviri: Berçem Demirel
Son Yazılar
Hepsini GörSait Faik Abasıyanık “Yılan Uykusu” adlı öyküde insanın karmaşıklığını ve benzersizliğini iki hüviyetsiz karakter üzerinden anlatır. Öykü...
Comments