Söyleşi: Faruk Duman
- Burak Serin
- 19 Mar 2017
- 4 dakikada okunur
Kitaplarınız hakkında konuşurken arkadaşlarımızdan kitabınızda mutluluğa hacmen ve fikren çok yer verilmediğini söyleyenler oldu ve haliyle buna katılan ve katılmayanlar oldu. Tartışmamız çoğunlukla bu konu üzerinden devam etti. Dolayısıyla, sizin için de sakıncası yoksa sorularımızı edebiyat ve sizin yazınınızdaki mutluluk üzerine sormak istiyoruz.
Bir röportajınızda Baykuş Virane Sever kitabının ismine dair konuşurken “‘Virane‘ yaşamımızda hep uğradığımız yoksulluklar, ölümler, etrafımızı viraneye çeviren şeyler, bu olgudan beslenen toplumsal gelişmeler ve kişilerle dolu. Bütün çevremizde, bütün hikayelerimizde aslında bundan içten içe zevk alan bir dünyamız var.” diyorsunuz. Ve gerçekliğin büyük bir kısmını teşkil eden bu virane, öykü ve romanlarınızda ölüm, hüsran, hayal kırıklığı, boğuk iklimler, (şayet olumsuz değerlendiriyorsanız „yalnızlık“) olarak sıklıkla karşılığını buluyor. Bunların yanısıra edebiyatınızda mutluluğa yer verdiğinizi düşünüyor musunuz?
Bence insanın katıksız mutluluk yaşadığı görülmemiştir, insanın bedeni buna uygun değil bir kere. Duyguları ayırmanın da bir yolu yok, yüzümüzün bir yanı mutlu, öbür yanı tedirgin, ya da hüzünlüdür. Dolayısıyla, gerçekçi edebiyat bunu keşfetti, romantizmin sahneden çekilmesinin nedeni budur. Uzaktan, dünyaya, dünyanın üzerinden bir yerlerden baktığınız zaman çoğunlukla hüzün görürsünüz. Bu bizim yazdıklarımıza girer, buna engel olamayız. Geride kalan, anlık mutluluk sahneleri olur, “Eriyen Gelin” öykümde, delikanlı, eve kardan bir gelinle gelir, bana göre, ormandan eve birlikte yürüdükleri süre içinde mutludur onlar. Ailenin bakışı henüz ulaşmamıştır çünkü ikisine de. Hallerinde bir tuhaflık görmezler. Oysa biri kardır eninde sonunda. Ama, bu tuhaflığı yazar da sorgulamaz. Orada mutludurlar. Başkalarının yanında biter bu. Benim bu durumdan yola çıkarak “cehennem başkalarıdır” diyeceğim yok elbette. O kendini de olumsuzlayan bir söz. Ama duygular da böyle. Bir arada ve değişken.
Sizce mutluluk Edebiyatın neresinde olmalıdır? Eserlerinizde mutluluğa belli bir yer vermeniz gerektiğine inanıyor musunuz?
Öncelikle, öykünün ya da romanın, şiirin konusunu bir kenara koymamız gerekir. Mutluluk, mutsuzluk, neyi kast ediyoruz burada? Mutlu bir öykü karakteri mi? Bir metin teması mı? Mutluluğu da bir tema, metnin incelediği bir ruh hali olarak aldığınız zaman, bunun salt bir inceleme olmadığını, insanı yalnız bir yönüyle ele alamayacağınızı görebilirsiniz. Anna Karenina yalnızca mutsuz bir kadın değildir. Zebercet’in mutlu anları da vardır. Okur mutlulukla ilgili bir şeyler arıyorsa bu sahneleri arayıp bulmalıdır. Kendi yaşamında olduğu gibi. Ben, bir okur olarak, iyi kurgulanmış, iyi anlatılmış öyküleri okuduğumda mutlu oluyorum. Ama o öyküler hüzünlü olabiliyor.
Edebiyatta mutluluğun yeriyle ilgili önceki soruda söyledikleriniz çocuk edebiyatı için de geçerli midir?
Çocuk edebiyatı özel bir alan, çocukların gelişimine hasar vermemeye çalıştığınız için, daha baştan kendinizi sınırlamış oluyorsunuz. Bu da orada edebiyatın yalnızca bazı görünümlerinin bulunabileceği anlamına geliyor.
Beslendiğiniz kaynaklar muhakkak çoktur; ama bu kaynaklar arasında en çok öne çıkan doğa, halk hikayeleri, masallar ve çocukluk gibi duruyor. Bu kaynakları mutlulukla ilişkilendirebilir misiniz? Mesela doğa hep mutluluğu temsil eder mi sizin için? Çocukluğu yahut kendi çocukluğunuzu mutlu olarak nitelendirebilir misiniz?
Çocukluğum mutluluk içinde geçti diyemem, emekçi, demiryolcu bir ailenin beş çocuğundan biriyim. Ama annemiz babamız bizim için her şeyi yaptı, hepimizi sonuna kadar okuttu. Ben mahallede ağaçlara tırmanıp dalların arasında kitap okurken annem aşağıda beni gülümseyerek izliyordu. Yani pek çoğumuza göre, çok mutluydum. Yine de hiçbir mutluluk katıksız değil, dediğim gibi. Bazı zaman, geriye baktığınızda, o yıllarda çok zorluklar çektim ama mutluymuşum be, diyorsunuz.
Benim en büyük sevincim çocuklukta Karagöz ile tanışmam olmuştur. Çünkü Türk edebiyatına onunla girdim. Yabancı edebiyata da Jules Verne ile. İkisinin buluşması bana sorarsanız büyük şans ve mutluluktur.
Kendinizi mutlu olarak tanımlar mısınız?
Hayır. Hiçbir şeyle tanımlamam. Bu bana göre değil.
Edebi bir üretim içerisinde olmak mutluluk verici bir şey midir? Şayet öyle olduğunu düşünüyorsanız, belirli aşamaların daha mutluluk verici olduğunu söyleyebilir misiniz? Örneğin; ön okumalar yapmak, sonunu yazmak, basım aşaması gibi...
Gençlikte insan bazen “yazmasam yaşayamam” gibi çocukça düşüncelere kapılıyor. Yazmak benim midemi hasta yaptı. Çok küçük yaşlarda defterlere yazmaya başladım. Yazar olabilecek miyim acaba diye düşünmekten mide sancılarına kapıldım. Yani bir yandan yazı yazmanın iyi geldiğini, beni mutlu kıldığını düşünüyordum tabii. Ama bir yandan da fiziksel ağrılar çekiyordum. Ve bu tedirginliğin yazıdan kaynaklandığını da bilmiyordum. Yıllar sonra, kırk yaşıma geldiğimde, beni gerçekten dinleyen bir mide doktoruyla karşılaştım. Bana, ne iş yapıyorsunuz, diye sordu. Yazı yazıyorum, dedim. O zaman bu geçmeyecek, dedi. Bana biraz da acıyarak baktığını anladım. Sonra bu işin hangi aşamasından daha mutlu olduğumu düşündüm. Okumak. Ve biraz da büyük yapıtlar hayal etmek.
Hüzünlü biten bir öykünün sonunda kendinizi hiç mutlu hisseder misiniz? Bu mutluluğu kabaca tarif edebilir misiniz?
Jules Verne gibi yazarların bize gösterdiği en önemli şey, insanın yolculuk ve keşif arzusunun yerleşik bir duygu olduğudur. Yani kısaca macera tutkusu insanı insan yapmıştır. Dolayısıyla bir sanat yapıtında, okuru ya da izleyeni mutlu eden şeyin asıl olarak biçimsel güzellik olduğunu zannediyorum. Şöyle düşünün; Yeşilçam sinemasının asıl görkemli zamanlarında mahalleden komşu kadınlar sinemaya ağlamak için giderlerdi. Bu onların manyak olduğunu göstermez; hüznün mutluluğunu yaşarlar.

Kötü bir son var mıdır? Bir son mutsuzsa kötü müdür?
“Mutlu” ya da bu soruya bakarak söylersek, “iyi” bir son yoktur. Size yıllar önce, bugünküne oranla daha heyecanlı bir okur olduğum günlerdeki bir
düşüncemi anlatayım: “Mutlu” sonla bitmiş filmlerin daha sonra ne olduğunu düşünürdüm. Adamla kadın birbirlerini seviyorlar, önlerine bir sürü engel çıkıyor; diyelim adam kadını kötülerin elinden filan kurtarıyor. Ve sonunda tüm kötülükleri alt edip evleniyorlar. Şöyle düşünürdüm: Peki sonra ne oluyor? Sonra evde oturup ömürleri boyunca patates mi soyuyorlar? Bunun neresi mutlu son?
Okuyucuyu sadece mutlu hikayeler mi mutlu eder?
Hayır. Onları mutlu eden tek şey oyalanmaktır. Romanla ve öyküyle bir süre oyalanmak. Ama çoğu mutlu sonlardan dolayı mutlu olduklarını sanırlar.
Gerçekten mutluluğun ağır bastığını düşündüğünüz, sizi bu açıdan etkileyen kitaplar oldu mu? Birkaç örnek verebilir misiniz?
Germinal. Ekilen tohumların bir gün yeşereceğini beklemek gerektiği ile ilgili bir paragrafla biter. Çok etkileyicidir.
Zaman ayırdığınız için tekrar çok teşekkür ederiz. Sizi çok seviyor, büyük bir beğeniyle takip ediyor ve yeni kitaplarınızı merakla bekliyoruz.
Ben teşekkür ederim.
Son Yazılar
Hepsini GörGülten Akın’ın şiirlerindeki “kadın” izleğinin peşinden gidildiğinde şairin poetikasına ilişkin önemli bilgiler ortaya konulabilir....
Yönetim sıkılaştığında düşünmenin, düşündüğünü ifade etmenin zorlaştığı -hatta bazen imkansızlaştığı- herkesin malumudur. "Düşüncenin...
Komentarze