Yunus Abi ve Güzeller Güzeli Ömer Faruk Tuncer
- Mert Akkaş
- 1 Kas 2015
- 2 dakikada okunur
Yunus Abi yine yorucu bir günün ardından evine dönüyordu. Otobüsü uzun süre gelmeyince yürümeye karar vermişti. Hava yaz olmasına rağmen biraz soğuktu. Garip bir esinti vardı. Yunus Abi üzerindeki ince hırkaya sarıldı. Rüzgârın uğultusu onu rahatsız etmeye başlayınca adımlarını hızlandırdı. Oğlu Ömer Faruk Tuncer‘in doğum günüydü bugün. Oğlu onun için dünyadaki en önemli şeydi. Karısı geçen sene çimento makinesinin içinde boğularak can vermişti. O günden beri oğluna daha da sarılmıştı Yunus Abi. Biricik oğlunun doğum günü için Hızlı Arabalar serisi 2000 oyuncağı almıştı. Nasılsa Ömer‘im anlamaz, diye hediyeyi gazeteye sardırmıştı. Hatta hediye olarak gazete bile verse minik Ömer Faruk Tuncer için fark etmezdi, çünkü onun IQ‘su on birdi. Evet, Ömer Faruk Tuncer, annesi ve babasının aksine IQ‘su on bir olan zavallı bir çocuktu ve etrafındaki cisimleri algılayamıyordu. Bir de bunun üzerine babası çok çalıştığı için onunla ilgilenemeyince Ömer Faruk tam bir hayvan olmuştu. Altı gündür değiştirilmemiş beziyle evde böğürerek geziyordu. Acı içinde masa ve sandalyeleri ısırıyordu. Yemek istiyordu, belki de altının değiştirilmesini... Kim bilir? Ama kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa o da minik Ömer Faruk Tuncer‘in derhal tıbbi desteğe ve bakıma ihtiyacı olduğuydu. Babası Yunus Abi ise tam bu sırada içkici bir şerefsiz olduğu için, içki içsem ne güzel olur, diye düşünüyordu. Oğlunu bir anda unutmuş, içki dünyasında içkili hayaller kurmaya başlamıştı bile. Hemen en yakın bara girdi ve en pahalısından içki söyledi. Resmen çocuğunun rızkını içkiye veriyordu ve umurunda bile değildi. Babası böyle şerefsizlikle meşgulken Ömer Faruk Tuncer, kaderine karşı gelmesi gerektiğini anladı.

Ölmek istemiyordu, bir şekilde hayata tutunmalıydı. En temel içgüdüsü, en çok istediği şey, yaşamaktı. Bütün cesaretini topladı. Yiyeceğe en çok benzettiği şey olan vitrini gözüne kestirdi. O an minik Ömer Faruk‘un aklından neler geçiyordu bilemeyiz ama bunların mantıklı bir açıklaması olmadığı kesindi. Minik Ömer, tüm gücüyle koşup vitrine kafa attı. Vitrin hafif sallandı. Onun dışında bir şey olmadı. Ömer Faruk Tuncer yemek bulamadığı için çok sinirliydi. Böğürerek vitrini yumruklamaya başladı. Tombik dengesiz bebek kolları vitrini sallıyordu. En sonunda yaşlı vitrin bu saçma darbelere dayanamayıp minik Ömer‘in üstüne devrildi. Ömer‘in burnuna ve ağzına vitrinin camları girmişti. Kafasında ise annesinin en sevdiği eşya olan mavi kül tablası büyük bir yarık açmıştı. Kan kaybediyordu. Ağzını kesen camlara rağmen ağlıyordu. Çığlıkları gecenin huzurunu bozuyor ama kimseye ulaşmıyordu. Ömer Faruk Tuncer sabaha kadar ağzından kan sızdırarak enkazın altında ağladı. Sabahın ilk ışıklarıyla Ömer Faruk Tuncer de son nefesini vermişti. Tam o sırada kapı anahtarla açıldı. Yunus Abi girdi içeri, oğluna seslendi, cevap alamadı. Telaşla salona girdiğinde korkunç manzarayı gördü: bir baba için hayal bile edilemeyecek o manzarayı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Yunus Abi yumruğunu sıkıyordu. Her yeri titriyordu. Hissettikleri tahmin bile edilemezdi. Yavaşça Ömer Faruk Tuncer‘in soğuk bedenine yaklaştı. Gözlerini karısının hatırasına, oğlunun cesedine dikip bekledi. Sonra birden minik Ömer Faruk‘un kafasına tekmeyi basarak; “YA VİTRİNİ FALAN KIRMIŞ HEP HAYVAN, YA OOOOOOOOOFFFFFFFFFF.” dedi. Yunus Abi tam bir şerefsizdi.
İllüstrasyon
Emre Karacan
Son Yazılar
Hepsini GörBütün hayatı boyunca toplumla çatışma halinde yaşamış Percy Bysshe Shelley‘nin şiirlerinde bireysel çıkmazlar yerine toplumsal...
Comments